TÜKETİM TOPLUMU
Burjuva üretim biçimi ve tüketim toplumu
Bu yazıda, üretim ilişkileri altında ideolojinin, sanatın ve bireyin nasıl şekillendiği gösterilmeye
çalışılmaktadır. Elbette bireyi tek başına, toplumsal koşulları altında incelemek yeterli değildir
fakat bireyin oluşumunda, toplumsal koşulların önemi yadsınamaz bir gerçektir. Bu yazıda
marksist terminoloji ve önermeler kullanılarak bu gerçek analiz edilmektedir.
Yazıya başlamadan önce, çokça kullanacağım ‘’üretim güçleri’’ ve ‘’üretim ilişkileri’’
kavramlarına yazıyı netleştirmek adına kısaca değineyim. Marksist terminolojide üretim güçleri,
her türlü üretim aletleridir. Üretim ilişkileri ise, üretim aletlerinin ve ürünlerin nasıl
paylaştırıldığıdır.
cevabı ve her dönemin (İlkel, köleci, feodal, burjuva olmak üzere) toplumsal koşullarının analizi
bireyin oluşumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Bireyi şekillendiren, o toplumun üretim
güçleri ve üretim ilişkileridir. İlkel dönemi ele alırsak, o dönemin üretim güçleri; taş, mızrak, ok
ve toplayıcılığa yarayan aletlerdir. Bu üretim güçleri ile ilkel komünizm dediğimiz bir üretim
ilişkisinin doğması zorunludur çünkü; o dönem insanı sadece kendisinin tüketebileceği kadar
üretim yapabilmektedir. Bu durum, üretim aletleri üzerinde ortak mülkiyeti zorunlu kılmaktadır.
İlkel dönem insanlarının düşünceleri, siyasi yapılanmaları ve hatta aile kurumu bile, bu üretim
güçleri ve ilişkileri doğrultusunda şekillenir (ilkel dönem hakkında daha detaylı bilgi için, ilkel
komünal toplum yazımı okuyabilirsiniz). Tarım devrimi ile yerleşik hayata geçilmiş ve yeni üretim
güçleri sayesinde bireyler ‘’artı-ürün’’ denilen kendisinin tüketebileceğinden daha fazla ürünü
üretebiliyor hale gelmiştir. Böylelikle, artı-ürünün nasıl paylaştırılacağı problemi ortaya çıkmıştır.
Bazı bireyler toprak ve köle sahibi olmaya başlamış, ilkel toplum yerini köleci topluma
bırakmıştır. Yeni üretim güçleri, kölenin sömürülmesine dayanan, yeni bir üretim ilişkisini ortaya
çıkartmıştır. Peki üretim ilişkileri bireyi şekillendirene kadar ideolojiyi, dini ve hukuku nasıl
şekillendirir? Köleci dönemde devrimci unsurlar hariç, bireyler köleciliğin ahlaksız ve insalık dışı
olduğunu düşünmezdi. Köleci dönem hukuku, köle sahibi olmayı meşru kılacak biçimdeydi ve
köleci dönem dinleri köleciliği yasaklamıyordu çünkü; köleci dönemin egemen sınıfları, çeşitli
yöntemlerle düzenin devamını bu yol ile sağlıyordu. Hukukta, ideolojide, dinde, üretim
ilişkilerine, egemen sınıfa göre şekillenir. Böylelikle, üretim ilişkilerinin ideoloji, din ve kültür gibi
yapıları da şekillendirdiğini gözlemlemiş oluyoruz.
Feodal üretim tarzından, burjuva üretim tarzı ve burjuva üretim ilişkilerine geçişle birlikte
bireylerin ve toplumsal ilişkilerin nasıl değiştiğini Karl Marks şöyle ifade ediyor: ’’ Burjuvazi,
üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ilişkilere son verdi.
İnsanı ‘’doğal efendiler’’ine bağlayan çok çeşitli feodal bağları acımasızca kopardı, ve
insan ile insan arasında, çıplak öz-çıkardan, katı ‘’ nakit ödeme’’den başka hiçbir bağ
bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece çoşkunun, darkafalı duygusallığın en ilahi vecde
gelmelerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim-değerine
indirgedi, ve sayısız yok edilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o tek insafsız
özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla
perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu.
Burjuvazi şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin
halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli emekçisi
durumuna getirdi ‘’(1)
Sanayi devrimiyle birlikte üretim güçlerindeki değişim, yeni üretim ilişkilerini doğurdu, yeni üretim
ilişkleri burjuva ve proletarya olmak üzere sınıfları, burjuva ideolojisini ve yeni sanat anlayışını
şekillendirdi. Tüm bu öğeler ise burjuva toplumu bireyini oluşturmaktadır.
Burjuva üretim biçimine genel bir bakış
Kısaca burjuva tarzı üretimi inceleyelim. Burjuva tarzı üretimde, işçinin iş gücünü gasp etmiş
kapitalist, her zaman kâr elde etmek ve diğer kapitalist rakiplerini saf dışı bırakmak ister. Bunun
da en etkili yöntemi emekçinin ücretini düşürmek veya üretim maliyetini düşürmektir.
Makineleşmeyle birlikte, aynı üründen daha az zaman içerisinde daha fazla üretilebilir, bu yolla
üretimin maliyeti düşmüş olur. Rakiplerini saf dışı bırakmak isteyen bu kapitalist ürünün fiyatını
düşürür, öteki rakip kapitalistlerin de aynı makineleri kullanmasıyla fiyat tekrar düşer.
Kapitalistler arasındaki bu mücadele sürdükçe, büyük işler daha büyük işlere yol açar ve bu
üretimde bir anarşiye ve aşırı üretime sebep olur. Karl Marks bu konu hakkında ise şöyle der: ‘’
Bir kapitalist, ancak daha ucuza satarak, başka bir kapitalisti bu alandan sürüp atabilir ve
onun sermayesini ele geçirebilir. Batmadan daha ucuza satabilmek için, daha ucuza
üretmek, yani emeğin üretken gücünü mümkün olduğu kadar artırmak gerekir. Ama
emeğin üretken gücü, özellikle daha büyük bir iş bölümü ile, makinelerin daha genel bir
biçimde üretime sokulması ve durmadan geliştirilmesi ile artar. İşin kendi aralarında
bölündüğü emek ordusu ne denli büyük olursa, makineleşmenin alanı ne denli
genişlerse, üretim maliyeti o ölçüde buna orantılı olarak düşer, emek o ölçüde verimli
olur. Bu yüzden, kapitalistler arasında, işbölümünü ve makineleri artırmak ve her
ikisinden de en büyük ölçülerde yararlanmak yolunda genel bir yarışma başlar.
toplum gereklidir. Bu ürünler tüketilmedikçe kapitalist kâr edemez ve batar. İnsanları manipüle
etmek ve ürünleri sloganlaştırıp tüketimini arttırmaya dayalı olan modern anlamdaki reklamcılık
tam da kapitalistin, aşırı üretim sonucunda ürünleri satma ihtiyacından doğmuştur. Büyük
kapitalistler için reklam vazgeçilemeyecek kadar önem taşır çünkü aynı üründen aşırı biçimde
üreten yüzlerce farklı firma vardır. Bu ürünler, marka adı altında toplumun farklı tüketim gücünde
olan bireylerine hitap eder. Bu durumda kapitalist, ürününü yaymak zorundadır bunun
vazgeçilmez koşulu ise reklamcılıktır. Böylelikle adım attığımız her yerde, bizi manipüle etmeye
uğraşan reklamlara maruz kalırız. İzleyicisinin çokluğuna göre televizyonların, bulunduğu
konuma göre duvarların, reklam piyasası için üretilmiş reklam panolarının reklam bedeli
değişmektedir. Hatta, apartmanının dış cephesine bile reklam alan insanlar vardır.
Artık müzik bir endüstriye dönüşmüş, sipariş üzerine, düşük sanatlı, hemen tüketilebilir, ucube
şarkıların üretimi sürekli duruma gelmiştir. İşte bu olgu üretim anlayışının sanat üzerindeki
etkisine güçlü bir örnektir. Nasıl feodal toplumda kralların topraklarını genişletmek için halkı
savaşlara gönderip katliamlar yapmasını destanlaştıran şarkılar yazılıyorsa, burjuva toplumunda
ise aşırı tüketimi öven, değerlerden yoksun, düşük sanatlı, kâr odaklı şarkılar üretilmektedir
çünkü burjuva tarzı üretim, üretimde anarşiye ve aşırılığa sebep olur bu da tüketim odaklı
bireyleri oluşturur. Sektörleşme sadece sanat alanında değil, eğitim alanında da görülür. Artık
eğitim bir diploma avcılığı ve o diplomaları paraya dönüştürme işidir. Bu üretim tarzı sonucunda
oluşan yapı, kazan, çalış, tüket, itaat et diye sürekli kulağımıza fısıldamaktadır. Elbette her
dönem olduğu gibi, o dönemin üretim tarzı, dinleri de şekillendirmektedir. Tam olarak din diye
adlandıramayacağımız ama fonksiyon olarak din görevi gören newage akımlar türemiştir.
Bunların çeşitleri çoktur ve genel olarak paranın, başarının, gücün nasıl pozitif düşünceyle,
enerjiler göndermeyle elde edilebileceğini vaat etmektedir. Bu yeni dinlerimiz parayı, başarıyı ve
gücü vaat ederler çünkü burjuva toplumunun değerleri bunlardır. Değerlerin böyle oluşunun
sebeplerinden en etkilisi burjuva tarzı üretimdir.
Doğa ve tarihi eserler rant uğruna katledilmektedir, özellikle Türkiye gibi, yarı-sömürge, kapitalist
olmaya çalışan ülkelerde bu süreç daha vahşice işler. İş gücü her an sömürülen, ucube toki
dairelerine sıkıştırılmış işci sınıfı, ev, araba ve düzende biraz daha iyi yer edinebilme hayallerine
kapılmış, kafasını kaldıramaz hale gelmiştir çünkü bu yapı işcinin kulağına sürekli kazan, çalış,
tüket, itaat et diye fısıldamaktadır. Elbette bireyin oluşumunda çokça faktör vardır ve üretim tarzı
gördüğümüz gibi en önemli faktördür. Elbette, burjuva tarzı üretim, tarihsel süreçte zorunlu bir
toplumsal formasyondur ve her ne kadar insanlığın içini boşaltıp, her türlü değeri yok etse de,
kapitalistlerin arasındaki rekabet, bilimsel ve sanayi alanında gelişmelere sebep olmuştur. Artık
burjuva üretim biçimi, dünya savaşlarına sebep olmaya, insanların aklını başından
kaybetmesine sebep olmaya başlamıştır ve burjuva toplumunun çelişkileri git gide
derinleşmektedir. Tarihsel süreçte her gerici, insanlığın gelişiminin önüne geçen üretim ilişkisi,
yerini başka bir üretim ilişkisine bırakmak zorundadır. Burjuva gericiliği de, süslü hikayeler
uyduran kalabalık iktisatçı ve felsefecilerine rağmen yok olacaktır.
Efe Niğdelioğlu
1)Karl Marks- Komünist Manifesto
2)Karl Marks- Ücret, emek ve sermaye
Bu yazıda, üretim ilişkileri altında ideolojinin, sanatın ve bireyin nasıl şekillendiği gösterilmeye
çalışılmaktadır. Elbette bireyi tek başına, toplumsal koşulları altında incelemek yeterli değildir
fakat bireyin oluşumunda, toplumsal koşulların önemi yadsınamaz bir gerçektir. Bu yazıda
marksist terminoloji ve önermeler kullanılarak bu gerçek analiz edilmektedir.
Yazıya başlamadan önce, çokça kullanacağım ‘’üretim güçleri’’ ve ‘’üretim ilişkileri’’
kavramlarına yazıyı netleştirmek adına kısaca değineyim. Marksist terminolojide üretim güçleri,
her türlü üretim aletleridir. Üretim ilişkileri ise, üretim aletlerinin ve ürünlerin nasıl
paylaştırıldığıdır.
Eski toplumlara genel bir bakış
Birey toplumsal koşullardan bağımsız mıdır, bireyi oluşturan faktörler nelerdir? Bu sorularıncevabı ve her dönemin (İlkel, köleci, feodal, burjuva olmak üzere) toplumsal koşullarının analizi
bireyin oluşumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Bireyi şekillendiren, o toplumun üretim
güçleri ve üretim ilişkileridir. İlkel dönemi ele alırsak, o dönemin üretim güçleri; taş, mızrak, ok
ve toplayıcılığa yarayan aletlerdir. Bu üretim güçleri ile ilkel komünizm dediğimiz bir üretim
ilişkisinin doğması zorunludur çünkü; o dönem insanı sadece kendisinin tüketebileceği kadar
üretim yapabilmektedir. Bu durum, üretim aletleri üzerinde ortak mülkiyeti zorunlu kılmaktadır.
İlkel dönem insanlarının düşünceleri, siyasi yapılanmaları ve hatta aile kurumu bile, bu üretim
güçleri ve ilişkileri doğrultusunda şekillenir (ilkel dönem hakkında daha detaylı bilgi için, ilkel
komünal toplum yazımı okuyabilirsiniz). Tarım devrimi ile yerleşik hayata geçilmiş ve yeni üretim
güçleri sayesinde bireyler ‘’artı-ürün’’ denilen kendisinin tüketebileceğinden daha fazla ürünü
üretebiliyor hale gelmiştir. Böylelikle, artı-ürünün nasıl paylaştırılacağı problemi ortaya çıkmıştır.
Bazı bireyler toprak ve köle sahibi olmaya başlamış, ilkel toplum yerini köleci topluma
bırakmıştır. Yeni üretim güçleri, kölenin sömürülmesine dayanan, yeni bir üretim ilişkisini ortaya
çıkartmıştır. Peki üretim ilişkileri bireyi şekillendirene kadar ideolojiyi, dini ve hukuku nasıl
şekillendirir? Köleci dönemde devrimci unsurlar hariç, bireyler köleciliğin ahlaksız ve insalık dışı
olduğunu düşünmezdi. Köleci dönem hukuku, köle sahibi olmayı meşru kılacak biçimdeydi ve
köleci dönem dinleri köleciliği yasaklamıyordu çünkü; köleci dönemin egemen sınıfları, çeşitli
yöntemlerle düzenin devamını bu yol ile sağlıyordu. Hukukta, ideolojide, dinde, üretim
ilişkilerine, egemen sınıfa göre şekillenir. Böylelikle, üretim ilişkilerinin ideoloji, din ve kültür gibi
yapıları da şekillendirdiğini gözlemlemiş oluyoruz.
Feodal üretim tarzından, burjuva üretim tarzı ve burjuva üretim ilişkilerine geçişle birlikte
bireylerin ve toplumsal ilişkilerin nasıl değiştiğini Karl Marks şöyle ifade ediyor: ’’ Burjuvazi,
üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ilişkilere son verdi.
İnsanı ‘’doğal efendiler’’ine bağlayan çok çeşitli feodal bağları acımasızca kopardı, ve
insan ile insan arasında, çıplak öz-çıkardan, katı ‘’ nakit ödeme’’den başka hiçbir bağ
bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece çoşkunun, darkafalı duygusallığın en ilahi vecde
gelmelerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim-değerine
indirgedi, ve sayısız yok edilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o tek insafsız
özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla
perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu.
Burjuvazi şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin
halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli emekçisi
durumuna getirdi ‘’(1)
Sanayi devrimiyle birlikte üretim güçlerindeki değişim, yeni üretim ilişkilerini doğurdu, yeni üretim
ilişkleri burjuva ve proletarya olmak üzere sınıfları, burjuva ideolojisini ve yeni sanat anlayışını
şekillendirdi. Tüm bu öğeler ise burjuva toplumu bireyini oluşturmaktadır.
Burjuva üretim biçimine genel bir bakış
Kısaca burjuva tarzı üretimi inceleyelim. Burjuva tarzı üretimde, işçinin iş gücünü gasp etmiş
kapitalist, her zaman kâr elde etmek ve diğer kapitalist rakiplerini saf dışı bırakmak ister. Bunun
da en etkili yöntemi emekçinin ücretini düşürmek veya üretim maliyetini düşürmektir.
Makineleşmeyle birlikte, aynı üründen daha az zaman içerisinde daha fazla üretilebilir, bu yolla
üretimin maliyeti düşmüş olur. Rakiplerini saf dışı bırakmak isteyen bu kapitalist ürünün fiyatını
düşürür, öteki rakip kapitalistlerin de aynı makineleri kullanmasıyla fiyat tekrar düşer.
Kapitalistler arasındaki bu mücadele sürdükçe, büyük işler daha büyük işlere yol açar ve bu
üretimde bir anarşiye ve aşırı üretime sebep olur. Karl Marks bu konu hakkında ise şöyle der: ‘’
Bir kapitalist, ancak daha ucuza satarak, başka bir kapitalisti bu alandan sürüp atabilir ve
onun sermayesini ele geçirebilir. Batmadan daha ucuza satabilmek için, daha ucuza
üretmek, yani emeğin üretken gücünü mümkün olduğu kadar artırmak gerekir. Ama
emeğin üretken gücü, özellikle daha büyük bir iş bölümü ile, makinelerin daha genel bir
biçimde üretime sokulması ve durmadan geliştirilmesi ile artar. İşin kendi aralarında
bölündüğü emek ordusu ne denli büyük olursa, makineleşmenin alanı ne denli
genişlerse, üretim maliyeti o ölçüde buna orantılı olarak düşer, emek o ölçüde verimli
olur. Bu yüzden, kapitalistler arasında, işbölümünü ve makineleri artırmak ve her
ikisinden de en büyük ölçülerde yararlanmak yolunda genel bir yarışma başlar.
Aşırı üretim ve tüketim toplumu
Aşırı üretim sonunda kapitalistin kâr edebilmesi için, tüketim gücü olan, tüketmeye meyilli birtoplum gereklidir. Bu ürünler tüketilmedikçe kapitalist kâr edemez ve batar. İnsanları manipüle
etmek ve ürünleri sloganlaştırıp tüketimini arttırmaya dayalı olan modern anlamdaki reklamcılık
tam da kapitalistin, aşırı üretim sonucunda ürünleri satma ihtiyacından doğmuştur. Büyük
kapitalistler için reklam vazgeçilemeyecek kadar önem taşır çünkü aynı üründen aşırı biçimde
üreten yüzlerce farklı firma vardır. Bu ürünler, marka adı altında toplumun farklı tüketim gücünde
olan bireylerine hitap eder. Bu durumda kapitalist, ürününü yaymak zorundadır bunun
vazgeçilmez koşulu ise reklamcılıktır. Böylelikle adım attığımız her yerde, bizi manipüle etmeye
uğraşan reklamlara maruz kalırız. İzleyicisinin çokluğuna göre televizyonların, bulunduğu
konuma göre duvarların, reklam piyasası için üretilmiş reklam panolarının reklam bedeli
değişmektedir. Hatta, apartmanının dış cephesine bile reklam alan insanlar vardır.
Her alanda yozlaşma
Sanat alanında ise, örneğin müzik alanında kâr üzerine bir sektörleşme ve aşırı üretim görülür.Artık müzik bir endüstriye dönüşmüş, sipariş üzerine, düşük sanatlı, hemen tüketilebilir, ucube
şarkıların üretimi sürekli duruma gelmiştir. İşte bu olgu üretim anlayışının sanat üzerindeki
etkisine güçlü bir örnektir. Nasıl feodal toplumda kralların topraklarını genişletmek için halkı
savaşlara gönderip katliamlar yapmasını destanlaştıran şarkılar yazılıyorsa, burjuva toplumunda
ise aşırı tüketimi öven, değerlerden yoksun, düşük sanatlı, kâr odaklı şarkılar üretilmektedir
çünkü burjuva tarzı üretim, üretimde anarşiye ve aşırılığa sebep olur bu da tüketim odaklı
bireyleri oluşturur. Sektörleşme sadece sanat alanında değil, eğitim alanında da görülür. Artık
eğitim bir diploma avcılığı ve o diplomaları paraya dönüştürme işidir. Bu üretim tarzı sonucunda
oluşan yapı, kazan, çalış, tüket, itaat et diye sürekli kulağımıza fısıldamaktadır. Elbette her
dönem olduğu gibi, o dönemin üretim tarzı, dinleri de şekillendirmektedir. Tam olarak din diye
adlandıramayacağımız ama fonksiyon olarak din görevi gören newage akımlar türemiştir.
Bunların çeşitleri çoktur ve genel olarak paranın, başarının, gücün nasıl pozitif düşünceyle,
enerjiler göndermeyle elde edilebileceğini vaat etmektedir. Bu yeni dinlerimiz parayı, başarıyı ve
gücü vaat ederler çünkü burjuva toplumunun değerleri bunlardır. Değerlerin böyle oluşunun
sebeplerinden en etkilisi burjuva tarzı üretimdir.
Doğa ve tarihi eserler rant uğruna katledilmektedir, özellikle Türkiye gibi, yarı-sömürge, kapitalist
olmaya çalışan ülkelerde bu süreç daha vahşice işler. İş gücü her an sömürülen, ucube toki
dairelerine sıkıştırılmış işci sınıfı, ev, araba ve düzende biraz daha iyi yer edinebilme hayallerine
kapılmış, kafasını kaldıramaz hale gelmiştir çünkü bu yapı işcinin kulağına sürekli kazan, çalış,
tüket, itaat et diye fısıldamaktadır. Elbette bireyin oluşumunda çokça faktör vardır ve üretim tarzı
gördüğümüz gibi en önemli faktördür. Elbette, burjuva tarzı üretim, tarihsel süreçte zorunlu bir
toplumsal formasyondur ve her ne kadar insanlığın içini boşaltıp, her türlü değeri yok etse de,
kapitalistlerin arasındaki rekabet, bilimsel ve sanayi alanında gelişmelere sebep olmuştur. Artık
burjuva üretim biçimi, dünya savaşlarına sebep olmaya, insanların aklını başından
kaybetmesine sebep olmaya başlamıştır ve burjuva toplumunun çelişkileri git gide
derinleşmektedir. Tarihsel süreçte her gerici, insanlığın gelişiminin önüne geçen üretim ilişkisi,
yerini başka bir üretim ilişkisine bırakmak zorundadır. Burjuva gericiliği de, süslü hikayeler
uyduran kalabalık iktisatçı ve felsefecilerine rağmen yok olacaktır.
Efe Niğdelioğlu
1)Karl Marks- Komünist Manifesto
2)Karl Marks- Ücret, emek ve sermaye
Yorumlar
Yorum Gönder