Feodal Toplum
Tarihsel süreç içerisinde; köleci toplum modelini, feodalite takip eder. Ardından burjuvazinin
doğuşunu ve kapitalist toplumu görürüz. Feodal topluma geçişin, feodal ögelerin doğuşu ve
gelişimi açısından en belirgin şekli Batı Avrupada gözlenir. Ayrıca dinamik yapısı ve 19. yüzyılın
günümüzün hâkim, yetkin kapitalist ülkelerine gebe olması gereği anlatımımı Batı Avrupa
üzerinden yapacağım.
Köleci Roma İmparatorluğunun çözülüşünden sonra bir ayağı çukura giren köleci toplum
düzeninin çözülüşü hızlanır ve bir yandan da bir dizi feodal ögeleri gün yüzüne çıkarır. Kavimler
göçünün getirisi olan Avrupa’daki karışıklık ve Roma İmparatorluğuna yapılan bazı akınlar
sonucu olarak 395 yılında Roma İmparatorluğu batı ve doğu olmak üzere ikiye ayrıldı. Cermen
kabilelerinin akınları sonucunda Batı Roma 476 yılında yıkıldı. Milattan sonra ilk yüzyıllarda
Cermen ve Slavların dağılıp, parçalanan ilkel toplulukları yerine toprağa dayalı ailelerin özel
mülkiyeti şeklinde gelişen bir sistem oluşuyordu. Büyüyen toprak sahipleri zamanla büyük
malikane, hayvanları kendi elinde tutuyordu. Böylece o coğrafya üzerinde bir kabile aristokrasisi
oluşuyordu. Romalı mülk sahipleri ile gelişen bu Cermen aristokrasisi karışıyor, türdeş egemen
sınıf oluşuyordu. Yavaş yavaş Batı Avrupa şekilleniyor, feodal ögeler oluşup gelişiyordu.
Büyük toprak sahipleri toprağın küçük tarlalar halinde yoksul düşmüş köylülere tasarruf hakkını
veriyor, karşılığında ise ürünün bir kısmını alıyorlardı-tasarruf hakkı toprağın mülkiyeti değil,
sadece toprağı işleme hakkı anlamına geliyor. Tasarruf hakkı önceleri belirli süre için verilirken,
zamanla köylünün yaşamı boyunca, daha sonraları ise babadan oğula geçecek şekilde evirildi.
Tasarruf hakkının babadan oğluna geçiş sistemine “preces” denilir, preces sistemi zaman
içerisinde iyice yaygınlaştı.
Peki, büyük toprak sahipleri, köylüleri nasıl yutuyorlardı? Köylüler olağanüstü durumlarda
toprağını büyük toprak sahiplerine karşı savunma ihtiyacı duyuyorlardı fakat toprak sahiplerinin
o denli gücü olmuyor ve eninde sonunda diğer bir büyük toprak sahibine toprağını devretmek
zorunda kalıyorlardı. Böylelikle bütün köylü toprakları paylaşılıyor ve feodalitenin toprağa ait
hiyerarşik yapısı oluşuyordu. 8. yüzyılda artık toprak özel mülkiyet olarak verilmiyor, egemen
sınıfı kendi toprağında silahlı birliklerini krala hizmet etmeleri koşulu ile yurtluklara sahip
oluyorlardı. Koşullu mülkiyetin bu tipine “gedik” denir. Askeri gedik 9. ve 10. yüzyıllarda kalıtsal
nitelik kazandı. Bütün toprak sahipleri, kendinden daha güçlü toprak sahiplerine özel bir anlaşma
ile bağlılıklarını resmileştiriyordu. Artık feodalitenin karakteristik hiyerarşi yapısı çiziliyordu.
Tepeden aşağıya doğru kral, feodaller, senyörler ve vassallar şeklinde bir iskelet oluşuyordu.
Feodal Toplumun Üretici Güçleri
Bir yandan klasik hiyerarşik yapı çizilirken, diğer yandan yeni üretim ilişkileri feodalitenin
geleceğini yönlendirecek olgunluğa ulaşmıştı. Su değirmenleri daha kullanışlı ve verimli hale
getirildi, bağlar genişledi, demir işleri gelişti, tarlalarda ağır ve hafif sabanların kullanımı
yaygınlaştı ve böylece tarım yetkinleşti.
Zamanla topraktan köylülere dağıtılıp işleme hakkı verilen topraklar bölündükçe, üretici güçler
bölünüyor ve bu durumda ekonominin gelişimini sekteye uğratıyordu. Yurtlukta bütün köylülerin
üretim amacı senyörün ve çevresinin gereksinimlerini sağlamaktı. Zanaat ürünlerine bakacak
olursak, ihtiyaç halinde ilgili zanaat ürünleri yerel üretim ile karşılanır ve üretilen ürünler yine
kendi yöresinde tüketilirdi. Üretilen her şey köylü emeğinin sonucu idi. Ürünler, senyörün
kendine mal edindiği kısım köylünün ve ailesinin geçimi için gerekli kısım ve tarımın
yetkinleşmesi sonucu artan emek üretkenliği sonucu zaruri ihtiyaçların dışında kalan kısım
şeklinde ayrılıyordu.
Senyörün kendine mal edindiği kısım artı ürünü temsil ediyor ve artı ürün feodal rantı
oluşturuyordu. Senyörlerin gelir kaynağı doğrudan üreticilerin yani köylülerin sömürülmesi
sonucu oluşuyordu. Niteliği gereği feodal üretim tarzı, her ne kadar köleci üretim tarzı gibi
çalışan nüfusun, egemen azınlık tarafından sömürülmesi olsa da serfin yani yoksul düşmüş
köylünün kendi ve ailesinin geçimini sağlamak için küçük bir ekonomisi vardı. Bunun sonucunda
emeğinin sonucuna ilgi duyuyor ve üretici güçlerin gelişmesine yardımcı oluyordu.
İlkel zamanlarda başlayan ve kölecilikte derinleşen zanaat-tarım arasındaki ayrılık, köleci
imparatorluğun parçalanması ile ekonomik durgunluğa bağlı olarak kapandı. Feodalite
koşullarında zanaat-tarım ayrımı, üretici güçlerdeki ilerlemeye bağlı olarak genişledi. Tarım
aletlerinin yetkinleşmesi, 2 ya da 3 yıllık almaşık ekimin yaygınlaşması ile köylü, zanaat işlerinde
daha fazla vakit geçirebilir hale geldi. Bir süre sonra bazı köylüler rantın tamamını zanaat eşyaları
ile ödemeye başladılar. Tarım, köylüler için tek geçim kaynağı değildi artık. Zanaat ile uğraşan
köylüler, senyör izinleri ile yaptıkları eşyaları satmak için bayram günlerinde büyük şato ve
manastır diplerine panayır açarak satış yapıyorlardı fakat zaman içinde ustalaşan zanaatçılar
köylerdeki pazarlardan tatmin olmuyor, bazıları izin alarak bazıları ise kaçarak ürünlerini satmak
için müşteriye ve hammaddeye yakın olan ayrıca güvenli yerler arıyorlardı. Bu yerler genellikle
kral, prens, din adamı toprağı yakınlarında oluyordu. Bu yeni oluşan yerleşim yerleri pazar
ilgisinin artması ile büyüyor ve kasabalar haline geliyordu. Feodal baskılardan ezilen halk için kırı
terk ederek zanaatçılığın ve ticaretin merkezi haline gelen kasabalar alternatif oluşturuyordu.
Aynı zamanda bahsettiğimiz bu kasabalarda nüfus satısındaki artış buğday ve tahıl ihtiyacını
artırıyor ve bu iki durum birbirini besleyen bir ilişki yaratıyordu. Zamanla çiftçi göçü ile büyüyen
bu kasabalarda iş bölümü hızlandı, sınai ve tarımsal ayrılışı keskinleşti. Toplumsal iş bölümünün
bir getirisi ise kasaba içi pazarın oluşması ve canlanması yönünde oldu, ürünler meta haline
geldi. Ticaretin gelişmesi beraberinde tacirler sınıfını oluşturdu. Tacirler piyasa araştırması
yaparak zanaatçıdan aldığı ürünü pazara götürüp daha yüksek fiyata satarlardı. Para artık
sermaye rolünü üstlenerek birikiyor ve tacirler tarafından paraya daha fazla para getirme aracı
olarak bakılıyordu (para-meta- para). İş bölümünün bir başka getirisi de kuşkusuz toplumsal ve
siyasi değişiklik oldu. Yeni kasaba belediyelerinde, geleceğin kentlerinin ilk tohumları atılıyordu.
Belediyeler göçen serf ve köylülere yetkin yardımlar sağlıyor; tarımı, zanaatı, ticareti, komşu
feodallere karşı savunuyorlardı. Belediyelerin altında yavaş yavaş zanaatın kendi içinde
dallanması ile oluşan meslek locaları temellerini atıyordu.
Zanaat ortaçağ kentlerinin sanayi temelini oluşturuyordu. Bu temeli oluşturan zanaatçılar
başlarda yardımlaşma amacı ile aynı meslek gruplarına mensup zanaatçıların birleşimi ile
loncalar oluşturuldu. Her loca üretimi ve oylumu düzenlemeye çalışıyordu. Özel bir tüzük ile
kalfa ücretlerini ve zanaat eşyalarının satımını, imal edilen metanın fiyatını belirliyordu.
Güçlenen loncalar üyesi olmadığı zanaatçıya kentte satış yaptırmıyordu, zamanla yapısının
bozulması ile iktisadi büyümeyi engelleyen bir unsur olmaya başladılar. Loncaların kendi
içlerinde bir feodal hiyerarşi vardı (usta-kalfa- çırak). Kalfalar usta olabilmek için bir malın
kalitesini ölçen bir teste tabi oluyorlar ve başarılı olurlarsa da usta oluyorlardı. Her lonca
grubunun kendi içinde iş ile ilgili bir sırrı vardı ve bu sır zamanla aile içinden aktarılarak,
loncaların yapısının bozdu ve aile dışından kimse ilgili zanaat dalında usta olamadı.
Tacirler verdikleri kredilerle, usta olamayan bu kalfalar topluluğuna ve lonca dışında kalan
zanaat ustalarına hammadde sağlamış oluyor; ürünü de kredi borcu olarak geri alıyorlardı. Aynı
zamanda paranın öneminin artması ile feodaller ve emekçi kesim de borçlanma gereksinimi
duyuyorlardı. Bu durum elinde fazla para biriktirip, çok yüksek kar yüzdesi ile borç veren tefeci
sınıfının doğuşunu sağladı.
Tohumlarını belediyelerin attığı bu ortaçağ kentleri feodal topraklar üzerindeydi. Feodal beyler
kentlerden en yüksek kazancı sağlamak istiyor ve belediye yönetimleri ile çıkar çatışması
gerçekleşiyordu. Bu çıkar çatışmaları gittikçe derinleşerek savaşlara neden oluyor, bu savaşların
neticesi tam özerkliğe kadar varabiliyordu. Yoğun olarak kral çevresindeki kentler özerklik
alamıyor fakat ciddi ekonomik ayrıcalıklar kazanıyorlardı. Kentli- feodal savaşları
tamamlandıktan sonra toplumsal çelişkiler baş gösterdi; kentlerde belediye yönetiminden
evirilerek meclise dönüşen ve maliye, milis kuvvetleri kontrol etme, zanaatı denetleme, karar
alma gibi vasıfları olan seçimle gelen en yüksek organ haline geldi. Kentlerde iktidar en zengin
kesimin elindeydi. Bu kesim, belediye topraklarındaki mülk sahiplerini, büyük tacirleri, tefecileri
ve kentteki küçük feodalleri içeriyordu.
Zanaatçıların loncalar çerçevesinde örgütlenmesi sonucu kentin ticari ağına hâkim hale gelmesi
ile iktidar olma istekleri doğmuş ve bu da mevcut iktidar ile çıkar çatışmasına yol açmıştı. İktidar
savaşımı Floransada loncalar tarafından başarılı olurken, Kuzey Almanyada başarısız ve bazı
durumlarda da ise uzlaşma ile karma bir iktidar kuruluyordu.
Bütün bu gelişmelerin feodal beylere yansımalarına bakacak olursak şunları görüyoruz; kent
oluşumu ve ticaretin yaygınlaşması ile paranın önemi arttı ve bu durum feodal rantta bazı
değişikliklere sebep oldu. Artık serflerden rantı ürün olarak değil para olarak ödenmesi
isteniliyor ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak serf ve köylülere iktisadi özerklikler veriliyordu
böylece feodal beye kişisel bağımlılık azalıyordu. Tepelerindeki baskısı azalan köylüler ticaretle
uğraşıyor, bu durum da köylülerin kendi içinde servet eşitsizliğine yol açıyordu. Feodal beyler ise
sıcak paraya ihtiyaç duyduğu için toprak yükümlüklerinin kaldırılması hakkı' nı satıyorlardı.
Ticaretle uğraşarak zenginleşen köylüler bu hakları satın alarak toprak mülkiyetine sahip oluyor
ve parsellerini gün geçtikçe genişletiyorlardı. Yani ticaretin yaygınlaşması ile paranın öneminin
artması sonucu olarak feodal sınırlar içindeki köylülerde de bir sınıf bölünmesi yaşanıyordu.
Varlıklı köylüler topraklarını diğer köylülere kiralıyor aynı zamanda da feodaller sömürülen
köylüler üzerinde daha fazla baskı yapıyorlar, yoksul düşen köylüler tefecilere yem oluyordu. Bu
tarz köylü işletmelerinin üretimi, senyör işletmelerinin üretimini geçiyordu.
Zaman içinde köylülerden yeterli para ihtiyacını sağlayamayan orta ve küçük feodaller para
ihtiyacını sağladığı tefeci kesim tarafından sindiriliyor. Öte yandan krallık iktidarı kentlerde
zanaat üretimini koruyup gözetmekte yarar görüyordu. Bütün bu olaylardan dolayı, feodal
beyler bir bir yıkılırken, merkezi krallıklar kademe kademe güçleniyordu. Merkezi iktidar
güçlenirken, süreç içinde kurumsallaşmış bir feodal konseyi zaman zaman toplantıya çağırarak
rızalarını alıyordu. Kentlerin öneminin artması ile bu konseylere 12. yüzyıldan sonra kentlerin
varlıklı çevreleri bu konseye girdi. Bir süre sonra konseyler sürekli meclis haline geldi. Kentliler
kralların aldığı kararlara uyuyor karşılığında ise bazı kapitülasyonlar istiyorlardı.
Feodalitenin dağılıp parçalanmasına geldiğimizde ise bunun belli başlı iki sebebi vardı; değişen
ekonomik ilişkiler ve gelişen üretici güçler. İlk olarak değişen ekonomik ilişkiler köylülere ve
çalışanlara büyük darbeler indirdi. İnsanlar arasındaki huzursuzluklar arttı, böylece ufak tefek
köylü isyanları başladı. Bu isyanlar ne kadar başarısız olsa da köylülerin ve çalışanların bir şekilde
kendi güçlerini fark etmesine olanak sağladı. İkinci olarak üretici güçlerin gelişmesiyle başlayan
tarım ve zanaattaki makineleşme bazı çalışanların işsiz ve emeğini satarak yaşayan köylülerin zor
durumda kalmasını sağladı. Bu sebeple köyden kente göçler de yoğunlaştı. Böylece feodalitenin
sonunu getirecek olan iki sınıf oluşmaya başladı; emeğini satarak yaşamak zorunda olan işçi sınıfı
ve işçi üstünden sağladığı karla yaşayan burjuvalar.
Bu döneme baktığımızda yavaş yavaş burjuva olmaya çalışan feodal beyler tarımın önemini
yitirip yün işinin daha fazla kar getirdiğini gördüler. Fakat koyun yetiştirmek için elverişli alanlar
köylülerin elindeydi. Bu yüzden köylülerden zorla, karşılığında bir şey vermeden buraları aldılar.
Bu da köylü isyanlarının gücünü arttırmasını sağladı. Aslında feodal beyler kendi sonlarını
kendileri hazırladı.
Yine bu dönemde es geçmemin mümkün olmadığı bir olay olan Alman Köylü Savaşı(1524-1525)
patlak verdi. En başlarda bu yığınların lideri olarak görülen Martin Luther bu hareketin ileriki
safhalarında halk kitleleriyle ilişkisini kopardı. Lutherin bu hareketinden sonra halk yığınlarının
yeni lideri Thomas Müntzer oldu. Müntzer, ayaklanmış bir halkın gerçekleştireceği büyük bir
toplumsal devrim fikrini kafasında kurup geliştiriyordu. Geleceğin toplumsal düzeninde, ne sınıf
ayrılıkları ne toplumun üyelerine yabancı bir özel mülkiyet ne de bir devlet gücü olacaktı. Bunlar,
komünizm fikirlerinin sağlam habercileriydi.
Son olarak hakkında konuşabileceğimiz konu Hollanda Burjuva Devrimi’dir. Burjuvazinin
temsilcileri kuzeyde daha güçlüydüler ve 1579da Utrech birliğini kurdular. 1581 de kralın
tahttan indiğini ilan ettiler. Hollanda Burjuva Devrimi’nin en önemli özelliği Avrupada kurulan ilk
burjuva cumhuriyet olmasıdır.(1609)
Sanayi devrimi ile birlikte neredeyse bütün Avrupa kendisini burjuva düzeninin kollarına bıraktı.
Tuğrul Yılmaz
Alper Arpat
ekonomik ilişkiler ve gelişen üretici güçler. İlk olarak değişen ekonomik ilişkiler köylülere ve
çalışanlara büyük darbeler indirdi. İnsanlar arasındaki huzursuzluklar arttı, böylece ufak tefek
köylü isyanları başladı. Bu isyanlar ne kadar başarısız olsa da köylülerin ve çalışanların bir şekilde
kendi güçlerini fark etmesine olanak sağladı. İkinci olarak üretici güçlerin gelişmesiyle başlayan
tarım ve zanaattaki makineleşme bazı çalışanların işsiz ve emeğini satarak yaşayan köylülerin zor
durumda kalmasını sağladı. Bu sebeple köyden kente göçler de yoğunlaştı. Böylece feodalitenin
sonunu getirecek olan iki sınıf oluşmaya başladı; emeğini satarak yaşamak zorunda olan işçi sınıfı
ve işçi üstünden sağladığı karla yaşayan burjuvalar.
Bu döneme baktığımızda yavaş yavaş burjuva olmaya çalışan feodal beyler tarımın önemini
yitirip yün işinin daha fazla kar getirdiğini gördüler. Fakat koyun yetiştirmek için elverişli alanlar
köylülerin elindeydi. Bu yüzden köylülerden zorla, karşılığında bir şey vermeden buraları aldılar.
Bu da köylü isyanlarının gücünü arttırmasını sağladı. Aslında feodal beyler kendi sonlarını
kendileri hazırladı.
Yine bu dönemde es geçmemin mümkün olmadığı bir olay olan Alman Köylü Savaşı(1524-1525)
patlak verdi. En başlarda bu yığınların lideri olarak görülen Martin Luther bu hareketin ileriki
safhalarında halk kitleleriyle ilişkisini kopardı. Lutherin bu hareketinden sonra halk yığınlarının
yeni lideri Thomas Müntzer oldu. Müntzer, ayaklanmış bir halkın gerçekleştireceği büyük bir
toplumsal devrim fikrini kafasında kurup geliştiriyordu. Geleceğin toplumsal düzeninde, ne sınıf
ayrılıkları ne toplumun üyelerine yabancı bir özel mülkiyet ne de bir devlet gücü olacaktı. Bunlar,
komünizm fikirlerinin sağlam habercileriydi.
Son olarak hakkında konuşabileceğimiz konu Hollanda Burjuva Devrimi’dir. Burjuvazinin
temsilcileri kuzeyde daha güçlüydüler ve 1579da Utrech birliğini kurdular. 1581 de kralın
tahttan indiğini ilan ettiler. Hollanda Burjuva Devrimi’nin en önemli özelliği Avrupada kurulan ilk
burjuva cumhuriyet olmasıdır.(1609)
Sanayi devrimi ile birlikte neredeyse bütün Avrupa kendisini burjuva düzeninin kollarına bıraktı.
Tuğrul Yılmaz
Alper Arpat
Yorumlar
Yorum Gönder