KÜLTÜR EVRİMİ


Milyonlarca yıl önce, dünyanın atmosferindeki bütün su, ateş küreye yağdığında, şimşekler ve
yıldırımların enerjileri ile oluşan sonsuz olasılıktaki bileşiklerin şu an için en önemlisi adenin
difosfattır 1 , çünkü onun sayesinde RNA yani canlının ilk hafıza organı oluştu. Milyon yıllar ile bu
hafıza en uygun yaşama tecrübesini diğer jenerasyonlara aktarmış, hücreler kolonileşmiş, koloniler
organizmalara dönüşmüş, organizmalar ise birden fazla oluşup canlı toplulukları oluşturmuştur.
Bütün canlılar öğrendiklerini diğer jenerasyona aktarmak için çok çabalar, çünkü türünün
devamlılığını sağlamak için gereklidir.
İnsanlar Aletler geliştirdiğinde artık hafızanın değil, kültürün başlangıcı doğar. Mağarada yaşamaya
başladığında insan, taş balta ve mızrak dışında, daha küçük iki alet vardır. Biri iki ucu sivri bir üçgen,
diğeri yarım daire şeklinde bir taş. İlki av silahı. Av öldürülüyor, derisi yüzülüyor ikincisi yani, daha
yeni olan bu alet ise yüzülen deriyi işlenmesi gerektiğinde kullanılıyor.
Tecrübe, cinsiyete göre değişiyor. Eskiden sadece toplayıcılık yaparak yaşamını sağlayan insan evladı,
avlanmayı ve et yemeği öğrendiğinde henüz kütükler ile desteklenmiş mağara-evlerde yaşıyordu.
Doğumu sağlayan kadının korunması için avların çoğunluğuna erkek gidiyordu, çünkü kadının ölümü
yıllık çocuk verme ve soyun devamını getirme sayısını düşürüyordu. Mağaralardan mağara evlere
geçiş, Yarım küre şeklinde evler, Kemik kullanmak, bunlardan iğne oluşturmak gibi gelişimler bu evre
içerisinde oluştu. Kızılderililerin mağara resimleri içerisinde av ayinleri ve ava duyulan saygı temaları
bulunuyor. Bir ayının (ya da herhangi bir hayvanın) uzun direnç koşusundaki mağlubiyeti, insanların
ayı sanki kendisin bahşediyormuş gibi bir düşünce oluşturmuş ve buna mütemadiyen insanlar
saygılarını gösterebilmek için ayının kafasını ve ön ayaklarını yemeden ona saygı ayinleri düzenlermiş.
Ölü hayvanın kafasının önünde şükran borcu olan meyveleri sunarlarmış.
İlker tarımın oluşması ile insanlar yalnızca et değil tahıl, keten ve mısır da üretebilmeye başlayan
insan evladı keteni deriden sonraki ikinci giyecek maddesi olarak kullandı, böylece insanlık ilk kumaşı
üretti. Tarım başlangıcında yalnızca giyim değil sivri damlı ahşap evler de oluşmaya başladı. Artık
insanlar nehir kıyılarında daha çok bulunmaya başlıyor. Avcılığın alternatifi olan tarımı bulmuştu
kadın.
Bakır aletlerin gelişimi ile geyik boynuzundan kazmalar ve ilkel madencilik ortaya çıkıyor ve insanlar
bu yeşil madeni yeni yeni keşfetmeye başlıyor. Bu zaman içerisinde başka kültürler birbirine karışıyor
ve birbirlerini güçlendiriyorlar. En büyük örneklerden biri sonbaharda ölüp bahar, yaz zamanında
dirilen Babil tanrısı Temmuz, Mısırda Osiris, Antik Yunanda Adonis olarak tanınıyor. İlkel tarım
gelişimini takip edemeyen bazı kabile ve insanlar yağmalamayı tercih ettiği için artık köylerin ve tarım
arazilerinin çevresi duvarlarla çevriliyor.Bu zamana kadar yönetim ve egemenlik nerede diyen otoriteye alışmış kişilerin yüreklerine su
serpecek cevabı şimdi yazma gereğinde bulunuyorum. Avcılıktan sonra gelişen liderlik sistemi farklı
tecrübelere göre değişiyor. İz sürme konusunda ayrı, strateji konusunda ayrı, bitkiler konusunda ayrı
ve hayvanlar konusunda iyi olan kişiler ihtiyaç duyulduğu anda kontrolü ele alıyor ve insan sürüsü
uyuma geçiyor. Gerekli liderliğin sorgulanması ya da ona uyulmamasının yaratacağı olumsuz
sonuçların farkında olan insan lidere, lider de planının, amacının gerçekleşmesi ya da başarısızlığa
uğramaması için çevresine güvenmek zorundadır. Sürüde eli ağır olan kesim ise kadınlar oluşturuyor.
Burada çoğu sözde mağara araştırmacılarının klişelerine basitliğine kanmadan durumu anlatacağım.
MÖ 10.000’den MÖ 4.000’e kadar av yakalayabilmek öyle kolay bir iş değildi. Günler geceler boyunca
süren av macerasından eli boş dönme olasılığı oldukça yüksek, hatta hayatta kalma ihtimali bile
sıkıntılı. Bu durumu hazmettikten sonra av mangasından uzaklaşıp sürümüzün mağarasına dönersek,
kadınlar, hep birlikte mağaradan fazla uğraşmadan toplayıcılıkla günlük erzakını toplayabiliyor. Av için
giden insanlara gerek kalmadan hayatlarını sağlayabiliyorlar. Avdan eli dolu dönülmesi ile birlikte
insanlar toplayıcılığa gerek kalmadan bir hafta boyunca beslenebiliyor. Bunun rahatlığı içerisinde
avcılık tehlikeli olduğu gibi kazancı yüksek. Kadın, avın başarılı olmasında bile erzakı düzenleme
görevini üstlendiği için kadının çalışma yükü ile otoritesi de artıyor. Bu zaman içerisinde kadın
egemenliğinin hüküm sürdüğünü, çoğu ilkel kabilelerde görebiliriz. Kızılderililer içerisinde kadın,
istediği erkekten çocuk yapabiliyor, kocayı kendi hanesine alıyor, erkeğin başarısızlığı ya da
verimsizliği anında evinden kovabilip başka bir erkeği kendi hanesine alabiliyor.
Gılgamış hikayesinin ana fikri erkeğin artık anaerkil düzenden kurtulması ve ataerkil düzeni sağlamaya
başlamasıdır. İştar Gılgamışı öldürmesi için cennetin öküzü Gugalanna'yı gönderir fakat Enkidu ve
Gılgamış tarafından öldürülür. Cennetin öküzünün buradaki sembolizasyonu, ehlîleştirilmiş öküzdür.
Sabanın icadı ve ehlîleştirmeyi geliştirmiş erkeğe karşı şikâyet edemeyen kadın, tarımı bu şekilde
kaybetmiştir. Ehlileştirme ile eve her gün giren et erkeğin erkini yükseltiyor ve kadının erkini azaltıyor.
Eskiden hanesine alan kadın artık başka hanelere gönderiliyor, gönderilmeyen için kız kaçırmalar,
kavgalar başlıyor, kadınlar ağlıyor ve bütün bu eylemler yerini kına gecelerine, düğünden önceki cirit
oyunlarına, güç gösterilerine bırakıyor. Din ise bu destan gibi ataerkilliği yayamaya çalışıyordu.
Doğanın çeşitli zorluklarına karşı çıkabilen insanlık geliştiği ve çoğaldığı için artık kabileler de
ortaklaşmaya başladı. O zamanın gelişmiş tarımına baş kaldırmış toprağın yalnızca ehlîleştirilen
hayvanlar tarafından tüketilmesi ile insanların o toprakları o otlar yine bitebilsin diye terk edip başka
topraklara yol alması ile başlıyor göçebelik.
Dünyada kendi kabilelerin dışındaki insanları hor görme güdüsü o zamanda zaten bulunur ve bu çoğu
canlı türü için de olagelmiştir. Herhangi bir çatışma içerisinde esir alınmış her kişi ya öldürülür ya da
kabileye katılırdı. Göçebelik ve gelişmiş tarım zaman içerisinde yeni bir fırsatı doğurdu. Öküzü
ehlîleştirebilen bir kişi, ilk canlı motoru kullanabilen bir kişi insanı da kullanabilirdi. Savaşta esir
düşmüş birinin ne onuru kalmıştı ki. Artık öldürülme ya da kültürü içerisine almak değil, kölelik
uygulanıyordu esirler için. Hatta dinlerce destekleniyor, kölelerin yaşamalarına şükretmesi ya da
sahiplerini sevmesi eylemlerini doğuruyordu. Artık yalnız insanlar veya hayvanlar değil. Topraklarda
sahiplenilmeye başlıyordu.
Her ne kadar tecrübe el hareketleri ile, konuşma ile devam ederken artık mezarların üzerindeki
harflerle, balballarda görüyorduk. Latin alfabesindeki A (ters çevirinde göreceğiniz alef öküzü
simgeler), O(göz), L(açı),P(insan) harfleri türüyor, çivi yazısı, Fenike alfabeleri görünüyordu
toprakların derinliklerinden çıkan yazılarda. Fakat bu yazılar zenginlerin varlıklarını gösteriyordu.
Köleler yalnızca tarlalarda ya da inşaatlarda değil, ev hizmetçisi ya da seks işçisi olarak ta kullanılırken
bu devir içerisinde köle sayısı özgür insanlara göre o kadar kalabalık oldu ki gün geldi ve duvarların
dışındaki tehditler için oluşturulmuş askeri gücün mızrakların uçları zenginleri korumak için kölelere
doğrultuldu.
Zanaatçılar, çiftçiler, madenciler gibi ayrılan meslek grupları her birinin başka meslekleri dışlaması ile
oluşan davranışlar ile mülkiyet geliştiriyor artık insanlar halkın çıkarı ya da görev dağılımından çok
emeğinin karşılığını düşünüyordu. Çiftçilerin o dağlar içerisinden çıkardıkları renkli taşları görünce
onları bir büyücü imiş gibi düşünen halklar, fantastik dünyadaki cüce ırkını doğurmuştur.
Yaşamın zor kısmını işleyen köleler yanında insanlar din yolu ile tümevarıma yani ilkel bilime başladı.

Kaynaklarım :1- Gılgamış destanı (iş bankası kültür yayınları hasan ali yücel klasikleri),
2- M. İlin E. Segal : İnsan nasıl insan oldu (say yayınları),
Önerilerim: Nardlar, Onbinlerin Yürüyüşü, Kalevala, orhun yazıtları, kutagu bilig, Sapiens.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar