BİLİMSEL YÖNTEM VE DİYALEKTİK
MATERYALİZM

Doğanın,maddenin önce varolduğunu,duyuların,düşüncelerin ve kavramların , dış  dünyanın canlı beyne yansıması ile  oluştuğunu savunan düşünce sistemine materyalizm denir.  Buna göre doğadaki nesneler bizim dışımızda mevcuttur.Algılarımız ve düşüncelerimiz ,dış dünyanın duyu organlarımız aracılığıyla sinir sistemine yansıması ile oluşur. Yani insanların varlığını tayin eden şey bilinç değil, tam terine bilinci oluşturan şey onların sosyal varlıklarıdır. 18. ve 19. Yüzyılda bilimin ilerlemesi bu görüş güçlendi. Ülkemizde materyalizmin dilimize   “maddecilik” diye çevrilmesi insanların materyalizme karşı tutucu bir tavır sergilemelerine neden oldu. Ancak bunun dilimize çevirisi   ‘ maddeselcilik’ yani  maddeyi köken alan anlamında olmalıdır. Buna göre tin(ruh,bilinç) maddenin  ürünüdür. Yani ruh maddesiz varolamayacağı gibi ölümsüz ve bedenden bağımsız bir ruh da yoktur.

İDEALİZM
Bu düşünce sistemi, doğayı bir tanrısal gücün yarattığına, düşüncelerimizin ve kavramlarımızın hep onun eseri olduğuna , maddi dünyanı, evrenin hep bizim duyularımız ile var olduğunu savunurlar. Yani her şey ancak bizim zihnimizde vardır. Bunu  en büyük temsilcisi papaz Berkeley’dir. O  , algılanmayan bir şeyin var sayılamayacağı, madde ile algının aynı şeyler  olduğunu  ve maddenin mevcut olmayan bir şey olduğunu söylemiştir. Hatta materyalistlerle alay etmek için “ eğer madde kelimesini kullanmak istiyorsanız başkalarının ‘yokluk’ dediği yerde  onu kullanabilirsiniz” demiştir .



 PEKİ BU DÜŞÜNCE SİSTEMLERİ NASIL OLUŞMUŞTUR?




İlk insanlar o müthiş çaresizlik içinde, doğaya karşı yaptıkları o ölüm kalım savaşında oalyları  yorumlayabilmek için  dinsel ve metafizik yöntemler kullanmışlardır.Doğa ile kurulan ilişkinin azlığı,bunlardan sağlanan anıların birbiri ile kopukluğu, genellemeye gitme olanaklarının kısırlığı, kavramların eksikliği gibi etkenler bu gereksinimleri öz nedenini oluşturmaktadırlar. Böylece animizm(ruhçuluk)  gelişmiştir.Bizim doğa ile iç içe yaşayan atalarımızda da böyle dinsel ögeler hayatlarına girmiştir. Sonuçta Şamanizm, totemizm gibi inançlar oluşmuştur. Yani tanrılar insandaki ussal şaşkınlığın nedeni değil sonucudur. Örneğin Güney Afrikadaki trabriand takım adalarındaki  yerlilerin,  adanın ortasındaki küçük ama güvenli gölde balık avlanmaya başlarken hiçbir dinsel tören yapmadıkları halde çeşitli tehlikelerle dolu denizlere açılmak zorunda kaldıklarında uzun dinsel törenler  ve çeşitli büyüler yaptıkları saptanmıştır. Daha sonraları bilim geliştikçe insanlar bunlardan yavaş yavaş uzaklaşmışlardır. Ancak insanlar çok uzun bir süre bu durumda yaşadıklarından onların geleneklerine  yansımış ve vazgeçmesi oldukça zor hale gelmiştir. İnsanlar idealizmden vazgeçemiyor ancak bilimin getirdiği materyalizmi de inkar edemiyorlardı ve bunun sonucunda düalizm(ikicilik) oluştu.  Dualizm  günümüzde de çok rağbet gören (özellikle ülkemiz gibi yerlerde) bir düşünce sistemidir.
 Bunun en belirgin hali bir Hristiyan ve aynı zamanda bir bilim adamı olan Isaac Newton’da görülür. Ancak Newton da son zamanlarında bir başka bilim adamı olan keplerin düşüncelerine benzer bir inanca sahip olmuştur. Keplere göre “ Tanrı var olsa bile asla doğaüstü ve doğaya karşı olamaz. Eğer tanrı doğanın sistemine karşı gelip istediğini istediği şekilde  değiştirebilseydi yapılan deneyler tutarsız hale gelirdi ve bilim yapmak mantıksız bir sürece girerdi. Newton dünyanın hareket halinde olduğunu kabul ederdi ancak bunu döngüsel olarak düşünürdü ve sonuçta bu döngüyü başlatacak bir enerji yani tanrıya ihtiyaç vardı. Newton bu konuda yanılmıştır  çünkü heraleitos’un da dediği gibi aynı derede iki ker yıkanılamaz yani hiçbir şey kalıcı değildir. Evrenin sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğu bugün yatsınamaz hale gelmiştir. Bu sürekli değişim ve dönüşüm ilkesi  doğadaki bütün yapıları, canlıları , toplumları, düşünce ve davranışlarımızı kucaklamaktadır.  Klasik fizikte madde ve enerjinin farklı şeyler olduğu düşünülmekteydi. Rölavite(görecelilik) ilkesine göre bu ikisi arasında pek bir fark yoktur. Kütle enerjinin bir çeşitidir. Bir şeyin enerjisi artıkça kütlesi de artar.


 Sıcak bir demir parçası soğuk bir demir parçasına göre daha ağırdır. Evrenimiz sürekli değişmekte ,soğumakta ve yoğunluğunu ,ısısını yitirip günden düne bir balon gibi şişmektedir. Uzun sürelerden beri evrende yeni yeni yıldızların olduğu keşfedilmiştir. Bunları araştıran gök bilimcileri her birinin ilk yaratıcıya( ilk fiskeye) gerek duymadan yoğunluklarını arttırarak oluştuklarını göstermişlerdir. Max planck’ın  kuantum teorisi ile de bu diyalektik görüş daha da sağlamlaşmıştır. Sonuç  olarak gerçek  anlamda bilim yapmak için diyalektik materyalizm yöntemini  kullanmak lazımdır.



Birol DEMİR

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar