FEMİNİST KAZANIMLARIN TARİHSEL SÜRECİ
"Belki
de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için
savaşmaya devam edeceğiz." (Maria Teresa Mirabel 1936)
25 Kasım
1960'da Dominik Cumhuriyet'inin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç
kadının cesedi bulundu. Bu olay hükümet yanlısı gazetelerde "araba
kazası" olarak yeraldı.Mirabel kardeşler siyasal özgürlükleri için
mücadele ederken defalarca hapsedildiler, o gün de arabalarından zorla
indirildiler,tecavüz edildikten sonra işkenceyle katledildiler.
"25
Kasım" 1981'de Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası
Dayanışma Günü olarak kabul edildi.Bugün Patria,Minerva,Maria kardeşlerin
Trujilo'ya karşı yürüttükleri mücadelenin sembolleştiği gün haline geldi.
Kadına
yönelik şiddet kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel,cinsel veya
psikolojik acı veren ya da verebilecek cinsiyete dayanan bir
eylem,tehdit,zorlama,keyfi olarak özgürlükten,ekonomik gereksinimlerden yoksun
bırakmak olarak tanımlanır.Tanıdık gelir,nerede doğduğunuzun,nerede
büyüdüğünüzün,kiminle yetiştiğinizin,tarihin,hangi hegemonyaya karşı
durduğunuzun bir önemi yoktur.Hepimiz
aynı yere düşeriz,hepimiz aynı ya da benzer yerlerimizden yara alırız.Tüm karşı
duruşlarımız ortak bir mücadeleye çıkar eninde sonunda,tek bir kez bile karşı
durduysak şayet.
Bizim
sürecimiz,ikincil konuma geçmemiz dinlerin ve felsefi akımların ortaya
çıkışının da ötesine,tarımın ve mülkiyetin ortaya çıkışına dayanır. O andan
itibaren toplumsal,siyasal,dinsel bütün kurumlar ataerkil sisteme uygun inşa
edilmiştir ve tüm bu alanlarda erkek etkin olmuştur.Kadınlar benimsenen eşitlik
ve özgürlük ideallerinin kendi yaşamlarına uygulanmamasının nedeninin biyolojik
cinsiyetlerinin değil,cinsiyetçi toplumsal örgütlenmelerin sonucu olduğunu
farkettiklerinde eşitlik mücadelesine girişmişlerdir.Kadınların eşitlik arayışı
oy,eğitim,mülkiyet haklarından cinsel yaşam özgürlüğüne,kadın kimliğinin etnik
kökenlere,cinsel yönelimlere,toplumsal geleneklere göre farklı olduğunun kabul
ettirilmesine kadar giden uzun ve hala devam eden bir süreçtir.
Aydınlanma Çağında,Fransız İhtilalinden etkilenen Mary Walstonecraft,
1792'de "A Vindication of the Rights of Women" kitabını
kızlarla,oğlanların eşit eğitim görme olanaklarını engelleyen Fransız
devrimcilere ve tüm burjuvalarına karşı yayınladı. Kİtabında kadınlara yüklenen
görevlerin doğalarından geldiğini iddia eden tüm söylemlere isyan etti.Feminist
düşüncenin temelleri belki de burada atılmıştır çünkü bugün dahi hala erkekler
akıl,güç,kültürle özdeşleştirilirken bizler direkt olarak doğa,annelik,merhametle
özdeşleştirilmemek için kendimizi sayısız alanda kanıtlamak zorunda kalıyoruz.
20. Yüzyılın başlarında Avrupa'nın bazı yerlerinde mülk sahibi olan
kadınlar oy kullanabiliyordu. Amerika'da ise siyahilerin ve kadınların oy hakkı
yokken,sonrasında siyahi erkeklere oy hakkı tanındı.Önceleri oy hakkı için
mücadele veren kadınlar siyahilerden ve köleliğe karşı beyaz kadınlardan
oluşurken iki ırkın aynı kaderi paylaştıklarını anlamasıyla uğraş verdikleri
alan genişledi.Zaten oy hakkını elde etmiş olan bir kısım siyahi
erkekler,kölelik karşıtı mücadelerinde yanlarında görmeyi sevdikleri ama asıl
yerlerinin evler olduğunu düşündükleri kadınlara yüz çevirdiler.Böylece
Amerika'da oy hakkı mücadelesi veren kadınların hareketi tamamen bağımsızlaştı.
Oy,eşit işe eşit ücret,evlilikte ve ailede eşit haklar,kadınların kamu
görevlerinde çalışabilmesi gibi basit,temel haklarınız için bir yüzyıl boyunca
sonu toplu intihar eylemlerine dahi giden radikal pratikler uygulamak zorunda
olduğunuzu düşünün.Attığınız her adımın yok sayıldığını,öfkenizle alay
edildiğini,öfkeniz kitleleşince evlere tıkılmaya zorlandığınızı
düşünün.İnsanlığın yarısı olduğunuzu ama tarih boyunca
bedenden,doğurganlıktan,ucuz emekten ibaret olarak görüldüğünüzü
düşünün.Kendilerini süfrajet olarak adlandıran bu kadınları ayakta tutan bu
düşünceler ve öfke hali oldu belki de. Süfrajetler tüm feminist hareket içinde
o dönemde en çok aşağılanan,en çok baskı gören fraksiyondu.Gazetelerde "ne
kadar çirkin" olduklarını,hepsinin aslında "lezbiyen" olduğunu
gösteren karikatürler basıldı.Bir erkek için eşinin süfrajet olması utanç
kaynağı hatta boşanma sebebiydi.Bana kalırsa bu taşlamalar süfrajetleri
yıldırmaktansa defalarca kez güçlendirdi,daha militan hale getirdi.
Feministler 1918'de Versailles Antlaşması ve Milletler Cemiyeti'ne
"eşit işe eşit ücret" maddesini koydurmayı başardı.Birinci Dünya
Savaşı sonunda 21 ülkede kadınlar koşulsuz oy hakkı kazanmıştı,Avrupa'da kız
çocuklarının eğitiminde,ücret eşitliğinde dönemsel açıdan önemli kazanımlar
elde edilmişti.
Bolşevik Devriminden sonra
cinsiyet rollerini yıkmaya yönelik "ortak işler için komünler"
oluşturmak gibi sosyal içerikli önemli kararlar alınmasına rağmen iç savaştan
sonra üretkenliğe önem verildi.Rusya kürtaj hakkını ilk kabul eden ülkelerden
biriydi ve 1936da bu hakkı geri aldı.Kadınlar çok sayıda çocuk doğurmaya teşvik
edildi, annelik yüceltildi,annelik nişanları verildi.
Devrim dönemlerinde kadınlara "hakkınızı alamazsınız ancak biz
veririz" diyen hükümetlerden biri de Türkiye'dir.O dönem 1.dalga feministlerinden
Nezihe Muhiddin başkanlığında Kadınlar Halk Fırkası isminde kurulan örgütün
amacı kadınların toplumsal yaşama dahil olmaları ve ülke kalkınmasında etkin
rol almalarını sağlamaktır.Parti kurma istekleri onaylanmaz,talepleri
daraltılarak Türk Kadınlar Birliği kurulur.Kadınların seçme ve seçilme
haklarının olmadığı ilk seçimde dernek tepki olarak dernekten bir aday
gösterilir.Cumhuriyet gazetesi bu durumu "Havvanın kızları meclise girip
yılın manto modasını tartışacak" diyerek alaya alır.Osmanlı kadınları
düşüncelerini yayınladıkları dergiler basarken bir yandan kurdukları
derneklerde örgütlü biçimde eylemler gerçekleştirmişlerdir.
Kadınların uymaları beklenen toplumsal normlar biyolojik
cinsiyetlerinin değil ataerkil sistemin ürünüdür.Bu yüzden tarih değişir,pratikler,seçimler
değişir ama bize empoze edilen mantık aynı kalır. Sadece isim değiştirir.
Simone de Beavoir 1949'da aile ve toplumsal cinsiyete yönelik olan
kitabı İkinci Cinsi yayınladı.Kitap dişi cins olarak doğmuş bir insanın nasıl
eğitilip "kadın" olduğunu anlatır cinsiyet rollerinin doğal değil
öğretilmiş olduğunu kanıtlar. Ona göre kadın doğulmaz,kadın olunur.Bu teoriler
yeni bir kavramı ortaya çıkardı, doğumla beraber gelen cinsiyet(sex),doğduktan
sonra aile ve toplumun etkisiyle şekillenen toplumsal cinsiyet(gender).Aile
üzerinden oluşan ekonomik-politik sistem ve patriyarka toplumsal cinsiyeti
meydana getirir,yani toplumsal cinsiyet sadece bir sonuç ve başlı başına bir
sorundur.Aile içinde babanın harcanan emeğe el koyması,babaya ait bir mülk ya
da işletmenin kadın ya da çocuk tarafından ücretsiz yapılması gibi cinsiyet
rollerini yani başka türlü bir sömürü sistemini doğurur.Toplumsal cinsiyet
rollerinden biri de kadın kimliğinin annelikle tanımlanmasıdır. 1960larda
feministler artık cinsellik ve doğurganlığın ayrışmasının mücadelesini vermeye
başladı.Batıda gerçekleşen kazanımlarla,doğum kontrolünü güvenli şeklide
sağlayacak yöntemler geliştirildi.Bu kadınların hamilelik riski olmadan
cinsellik yaşayabilecekleri yani kendi özel cinsel yaşam alanlarını
oluşturabilecekleri anlamına geliyordu.Bugün bile hiçbir doğum kontrol
yönteminin gebelikten kesin olarak korumadığını düşünürsek cinsellik ve
doğurganlığı ayırmak için kürtaj hakkını
kazanmak şarttı.Kürtajın yasak olduğu ülkelerde kadınlar tehlikeli yöntemlere
başvurabiliyor ve bunlar ölümlerle sonuçlanabiliyordu.Feministler İngiltere'de
1967'de kürtaj hakkını kazandı. Amerikalı feministler propaganda yaparken aynı
zamanda kadın doğum uzmanlarıyla anlaşıp illegal ama sağlıklı kürtaj olanakları
sağlıyorlar,sağlık kliniklerinde eğitimler vererek somut adımlar
atıyorlardı.ABD'de kürtajın yasallaşması 1973'te gerçekleşti ve diğer ülkelerde
de devam etti.
Kürtajın yasallaşması çok önemli bir gelişmedir çünkü ömrü boyunca
"namuslu","iffetli" olması gereken, cinsel ilişkide sadece
taşıyıcı olarak tanımlanan bir cinsin kendi özel alanını yaratması söz
konusudur.Kadınlar cinsel taciz/tecavüz den aile içi şiddete,cinsel haz alma
tercihlerinden cinsel yönelime konuşulması toplumsal baskılarla yasaklanmış olan
her şeyin politikasını yaptılar.Bize tacizin,tecavüzün,istismarın ne olduğu
,nelerle karşılaşabileceğimiz anlatılmıyor,o zaman da anlatılmadı. Biz
ergenliğe girdikten sonra değişen bedenimizden utanmamız ,erkeğin
"ihtiyaçlarının" altında ezilmemiz gerektiği düşünceleriyle
yetiştirilen bir cinsiz.Bu kelimelerin anlamını başımıza bir şey geldiğinde ya
da şahit olduktan sonra suçluluk duyarak öğreniyoruz.O suçluluk duygusu erkek hegemonyasının ta
kendisidir. 1968 sonrası feministlerin "bilinç yükseltme" pratikleri
bunların üzerine gitmek için planlanır.Bilinç yükseltme , temelde küçük kadın
gruplarının kendilerinden,alışkanlıklarından,deneyimlerinden bahsederek
birbirlerini ve kendilerini tanımaya,cinsiyet rollerinin etkilerini
sorgulamaya ve birbirlerini yargılamadan "kız kardeş" olmalarına
yarıyordu.Kız kardeşlik 68 sonrası feministler için yoldaşlık demekti fakat bir taraftan da sömürü ile şekillenen
aileye karşı bir başka ailenin politikasını yapmak demekti.
Türkiyede'de ikinci dalga feministler 1980 sonrasında gündemde yer
almaya başladılar.1987 yılında bir hakimin şiddet nedeniyle boşanmak isteyen
bir kadının talebini " kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik
etmeyeceksin" diyerek reddetmesi üzerine bir kampanya başlatıldı.Kampanya
sonunda Mor Çatı kuruldu,cinsel tacize karşı radikal eylemler
gerçekleştirildi.Kampanyalar ve eylemler cinsel tacize karşı silah
sayılabilecek bir şeyin kullanılmasının meşru müdafaa olduğunu,bir kadın nasıl
giyinirse giyinsin nasıl davranırsa davransın cinsel tacizin/tecavüzün özrünün
olmadığını ifade ediyordu. TCK'nın 438. maddesine göre seks işçisi kadınlara
tecavüz eden faillere üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu.Sebep olarak
"iffetsiz" olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve "iffetli"
kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu.Feministler sadece seks
işçisi kadınlara tecavüzün meşruluğunu değil , kadınların iffetli-iffetsiz
olarak ayrılmasını protesto ediyordu.Kampanyaları yasanın kaldırılmasıyla son
buldu.
1990lı yıllarda kadınların aralarındaki farklılıklara vurgu yapılmaya
başlandı çünkü tüm kadınların ezilme biçimleri aynı değildir.Bu sırada muhalif
politikacılar kimlik ve farklılıklar gibi konulardan söz etmeye
başladı.Toplumsal gelenekler,etnik kimlik ,cinsel yönelim , ait olunan sınıf
kadınlar arasındaki farklılığı oluşturur.Feministler farklılığın görülmesinin
ve ezilme biçimlerine göre politika üretilmesinin önemini vurguladı.Artık bu
farklılıklara göre çözüm üretilmesi
gerekiyordu,gerekiyor.Dönem,pratik,ideolojiler değişebilir,defalarca kez isim
değiştirebilir bunun sonu ve bitecek belli bir tarihi yoktur.Tarihin her
döneminde her kadın en az bir kere kendi mahvoluşunu yaşar,en az bir kere yer
düşer ve en az bir kere ayağa kalkar.Feminist mücadele bu ayağa kalkmalardan
ibarettir ve kadın erkek arasında fizyolojik yapı dışında hiçbir fark
kalmayıncaya dek devam edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder